Doğa ve Tasarım
Görünüş yanıltıcıdır. Doğa, bilinçsiz işlemesine rağmen, sanki birbiri için yaratılmış olduğunu düşündürecek yapılarla doludur. Fakat bu uyum, belli kurallar dahilinde kendi kendine işlemeye bırakılacak herhangi bir karmaşık sistemdeki uyumdan farksızdır. Herhangi bir karmaşık sistemde, o sistemin temelindeki kurallar gereği, belli sizilimler, yapılar, görünüşler ortaya çıkacaktır. Bir kuşun kanadına bakıp, bu uçmak için tasarlanmış olmalı demek, yağmur suyunun tepelerde birikmeyip çukurları doldurmak için yaratılmış olduğunu söylemekten farksızdır.
Yağmur, doğa yasaları gereği(yerçekimi kanunu) çukurları doldurur. Kuşun kanadı ise, yaşadıkları çevreye uymak zorunda kalmış canlıların milyarlarca yıl içinde ortaya çıkardıkları sonuçtur. Damlayan suyun zamanla mermeri bile delmesi gibi, doğal seçilimin biriken etkileri uzzun zaman içinde insanı hayrete düşüren ve tasarım ürünü olduğu izlenimi veren yapıların ortaya çıkmasına sebep olur.
Yine kuş kanadı üzerinde konuşursak, kanadın bir tasarım ürünü olmadığını nasıl anlayabiliriz?
Bize kanadın bir tasarım olmadığını gösteren pek çok ayrıntı var. Örneğin, eğer kanat bir tasarımsa, bir balinanın yüzgeci, yarasanın kanadı, ve bir insanın kolu arasındaki yapı benzerliği (bunların tümü 5 parmak veya uzantı etrafındaki perde veya et parcasından ibarettir) büyük bir tesadüf demektir. Hani tesadüflerden kuşku duyuyorduk? Bunların verimsiz bir sekilde aynı yapının deforme edilmesi sonucu o şekilde tasarlandığını düşünmek mi daha mantıklıdır, yoksa, kökeninde aynı olan bir yapının doğa şartları gereği zamanla çevresine uymasından dolayı değişik biçimler alması mı?
Ayrıca, uçmak için kanat çırpmaktan çok daha iyi prensipler var günümüz fiziği açısından düşünecek olursanız. En basiti, bir balonu şişirip, sonra bırakın ve içinden hızla çıkan havanın balonu nasıl havada iterek hareket ettirdiğine bakın. Bu prensip, balonu havada hareket ettirmek için bir çift kanat takıp uçurmaktan çok daha iyidir. Allah ya verimsiz tasarımlar konusunda uzman, ya da bunlar bir tasarım işi değil.
Ayrıca, canlıların beslenmeleri konusunda, Allah’ın aklına birbirlerini öldürüp yemeleri dışında, daha iyi ve daha az acımasız bir yöntem gelmemiş mi? Her şeye kadir bir varlığın, ortamda bolca bulunacak cansız ve acı duymayan hammaddelerin besin olarak kullanılması türünde çok daha merhametli bir çözümü rahatça üretebilmesi gerekmez miydi ?
Ya da insan vücudunun tasarımı. İnsan vücudunun iyi bir tasarım olduğunu iddia etmek, hayal gücünü yeterince çalıştırmadan konuşmaktan kaynaklanır. İnsan vüdununun pek çok zayıf yönü ve yetersizliği vardır. İlk bakışta akla gelebilecek bir nokta, yerde durmak için kullandığımız uzuvların sayısıdır. 2 ayak, denge açısından iyi bir tasarım değildir. 4 ayağın, yerde sağlam durma ve denge sağlama yönünden avantajı 2 ayağa göre çok daha fazladır. İnsanın ayağa kalkması, ön ayaklarını serbest bıraktığı ve alet kullanmasına imkan verdiği için evrim sürecinde avantaj yaratmıştır, yoksa iki ayakla daha hızlı koşulabileceği için değil. Çünkü tam tersi, koşmak, kaçmak ve kovalamak açısından, hem hız hem de denge için 4 ayak 2 ayaktan daha iyi bir tasarımdır.
Dolayısıyla, eğer insan bilinçli bir tasarım ürünü olsaydı, her şeye kadir bir yaratıcının insanı 4 ayak ve en az 4 kol ile donatması gerekirdi. Çok sayıda paket taşırken, kollarınızın yeteriz kaldığını hissetmediniz mi hiç? İki eliniz doluyken, üçüncü bir eliniz olsa da paketleri bırakmadan kapıyı açabilseniz diye düşünmediniz mi hiç?
Aynı şekilde parmakların sayısı ve orantısızlığı da başka bir kötü tasarımdır. Ellerimiz son derece asimetriktir. Bir yöne kıvrılan 4 uzuv ve diğer yöne kıvrılan bir uzuv (başparmak) tutma eylemi açısından ideal bir tasarım değildir. Bizim böyle ideal olmayan bir tasarımla iş yapmamız, alet kullanmamız, doğanın elinde olanla çalışmak zorunda olmasından kaynaklanır. Bilinçli bir tasarımcı tutma uzvu geliştirecek olsa, belki parmak ve kıvırarak güç uygulama prensibini bile kullanmak istemezdi, çünkü bu aslında nesneleri manipüle etmek için ideal bir yöntem değil. Manipüle edilecek nesnenin şekline bağlı olarak değişik tasarımlar gerekir çünkü. İdeal bir tutma ve manipülasyon aracı çeşit çeşit yapı barındırmalıdır üstünde. Hatta örneğin tutacağı cisme göre şekil değiştiren, elastik tutma uzuvları, akla gelen çok daha iyi bir çözüm bu konuda.
Ayrıca insan gözü hem sayı, hem vücuttaki yer, hem de görme yeteneği olarak idealden çok uzak bir organdır. İnsan gözünün en iyi kameradan daha iyi olduğu kesinlikle doğru değildir. Odaklanma yeteneği olarak insan gözü oldukça zayıftır hatta. Kartal gözlerini ve doğadaki pek çok başka gözü düşünün, tasarımlanmamış (yani evrimleşmiş) görme araçları (gözler) arasında bile insan gözünden çok daha iyi pek çok göz vardır. Ayrıca insan gözünün görme açısı en fazla 120 derecedir. Geriyi görebilmek için başımızı çevirmek zorundayız. Daha iyi bir tasarım, geriyi de gören, hatta arkaya da gözler koyan bir tasarım olurdu. Hatta, göz sayısı ve yeri konusunda, hayal gücünü çalıştırınca aslında en iyi tasarımın ilk anda gelenlerden çok daha farklı olması gerektiğini bile buluyor insan. Bilirsiniz çocukların hayal gücü genellikle yetişkinlere göre daha iyidir. Bir grup kişiye, göz için en ideal yerin neresi olması gerektiğini sormuşlar, çoğu kişinin aklına sadece başın arkası gelmiş. Fakat aralarından bir çocuk, gözümün parmağımın ucunda olmasını isterdim demiş. İlk anda insanları şaşırtan bu cevabın biraz düşününce aslında kendi cevaplarından çok daha iyi olduğunu farketmişler. Çünkü düşünün, parmağın ucundaki bir göz ile, istediğiniz her yeri görebilirsiniz. Kısacası biraz düşününce, gözün yeri, yapısı ve sayısı konusunda akla pek çok alternatif geliyor. Örneğin ahtapot gibi bir vücut tasarımı (çok uzuvlu) ve her uvuzda pek cok görme aracından olşuşan bir tasarım, dış dünyadan gelecek algı uyarılarından maksimum derecede yararlanan bir tasarım olurdu.
Ya da insan gözünün görmeye muktedir oldığı dalga boylarını düşünün. İnsan sadece 400 ile 700 nanometre arasındaki dalga boylarına ait ışımayı görebilir. Bunlar ise kırmızı ile mor arasındaki renklere denk gelir. Bildiğimiz tüm renkler ve görebildiğimiz tüm aralık bu kadarcıktır. Halbuki fizik kitaplarındaki elektromanyetik radyasyon spektrumunu inceleyen herhangi biri görecektir ki, bu aralık tüm spektrumda bir nokta bile kabul edilemeyecek kadar küçüktür.
Benzer şey duyabildiğimiz ses dalgaları frekans aralığında da geçerli. İnsandan daha iyi duyan pek cok canlı vardır. Ki onlar bile mümkün ses dalgası aralığının çok küçük bir bölümünü kullanır. Günümüzün ilkel teknolojisiyle yapabildiğimiz sonarlar bile bu aralığı kat kat aşabilmektedir. (Ki teknolojisi sınırsız bir Tanrı’dan çok daha iyisini beklemek hakkımız).
Kuşa bakıp, “Ne güzel bir tasarım, amma da mükemmel uçuyor” derken, kaplumbağanın yürümek için bile doğru dürüst bir katkısı olmayan çolak bacaklarına bakıp neden aynı hayranlığı duymuyorsunuz? Üstelik ters dönmüş bir kaplumbağanın saatlerce, belki de günlerce konumunu düzeltememesine ve belkide bu yüzden yaşamını kaybatme tehlikesine bakıp neden aynı hayranlığı duymuyorsunuz?
Örneğin insan, en başta dış etmenlere karşı oldukça dayanıksızdır. Soğuğa ve sıcağa belli bir sınıra kadar dayanabilir. Diğer canlılar karşısında da oldukça kötü tasarlandığını söyleyebiliriz. Örneğin, sayılamayacak kadar çok mikroba ve bakteriye karşı son derece hatta ölümcül derecede dayanıksızdır. Fizik yapısı da ayrı ayrı ele alınacak diğer hayvanlar karşısında hep olumsuzluk içerir. Bir keçiden bile yavaş, kargadan bile az ömürlü, bir domuzdan bile güçsüz, bir kuştan bile kötü gören, doğduktan sonra gelişmesi ve öğrenmesi bir sığırdan bile zor ve uzun süreç isteyen, hayranlık uyandıracak doğal yetileri olmayan (hiçbir insan yavrusu öğretilmeden bir şeyi kendiliğinden başaramaz, konuşmayı bile) bu kötü tasarım örneklerini çoğaltmak olanaklı. Peki bunun neresi iyi tasarım?
Yüzümüzdeki her gün kesmek “zorunda” olduğumuz kıllar mı? Hiç kimseye bir yararı olmayacağı gibi kimsenin görmesi gerekmeyen yerlerdeki kıllar mı? Her gün uzayan hayvansallık artığı tırnaklar mı?(Diş gibi uzaması durabilirdi). Başımızdaki kılların kime ne yararı var? Böylece “türban” sorunu da ortaya çıkmazdı. Bu bile tek başına kötü tasarımın ötesinde provakasyon unsuru ve nifak niteliğinde. Kirpik gibi sıradan bir fırça yapacağına sürüngenlerinki gibi ikinci bir kapak koyamazmıydı? Herşeyden önemlisi bizleri amfibik yaratsaydı fena mı olurdu? Bazı insanlar yüzebildikleri halde bazıları neden yüzemez? Üstelik yaşamını kurtaracak derecede yüzemez insanoğlu. Oysa diğer canlılar bunu başarırlar. İki aylık bir köpek yavrusu ortamını bulduğunda yaşamını tek başına sürdürebilir ama insan on yaşına gelse sürdüremez. Nerede iyi tasarım? İnsanoğlu beslenme konusunda diğer canlılar kadar yetenekli değildir. Nerede iyi tasarım? Hadi tasarım olduğunu kabul ettik diyelim, bu kadar kötü tasarlanmış bir yapıtı tasarlayana neden bu kadar haketmediği övgüleri dizelim? Bu bile tasarım hatasının sonucu değil midir? Demek ki insanı insan yapan tek şey “beyin”. Ama bu bile iyi bir tasarım değil. Bir insanı sütten kesilince her türlü yaşam koşulunun bulunduğu insansız bir ortama bıraksanız, bu beyin ne işe yarayacaktır? Büyüdüğünde ilk kez göreceği merdivene çıkmayı bile bilmeyecektir. Bu örnek deneyle kanıtlanmıştır. Hiçbir zaman konuşamayacak, belki de dört ayak üstünde yürüyecektir. Bilgi ile doldurulması gereken beyni boştur ve iş görmemektedir. Bunun neresi mükemmel tasarım? Üstelik tek başına beyne bakıp ne mükemmel diyebilirmiyiz? O beynin işlerliğinin hiç mi önemi yoktur?
Tasarım bu konuda eğitilmiş insanların işidir. Yani insana ait bir özelliktir. Ancak hatalı tasarlanmış, ya da tasarım ürünü olmayan bir insan beyni, tasarladığı tanrısını ancak insana ait olabilen özelliklerle donatarak bu kadar hatalı tasarlayabilir.
Kısacası, biraz düşünüp, hayal gücünüzü biraz çalıstırınca aslında mükemmel uyumlu ve son derece iyi tasarlanmiş sandığınız bu doğanın hiç de öyle olmadığını görürsünüz. Bu yukaridaki örnekler biraz düşünüldüğünde çok rahat çoğaltılabilir. Bu kadarından bahsetmek, kasdettiğimiz noktayı göstermek için yeterlidir. O da doğada ideal bir tasarim olduğunu düşünmenin sadece zihinsel bir şartlanma olduğudur.
bu makale nerede yayınlandı sayfa aralığı yazarı kim
Verdiğiniz örneklere tek tek cevap verebilirim tabi karşılıklı saygı çerçevesinde. O kadar basit ki…