Din Neden Yok Olmadı?
19. yüzyılın sonlarına doğru bilimsel ve entellektüel alanda öyle bir noktaya gelindi ki artık bilimin, rasyonel düşüncenin, laik dünya görüşünün ve naturalizmin kazandığına kesin gözüyle bakılmaya başlandı. Dinler zaman içinde zayıflayarak yok olup gidecekler diye düşünüldü.
Fakat yüz yıl kadar sonra şu anda bakıyoruz ki hiç de öyle olmadı. Dinler zayıflamayı bırakın, daha da güçlendiler.
Bilimin her yeni buluşu dinlerin empoze ettiği dünya görüşüne bir darbe daha indirmesine rağmen, günümüzün bilgi birikimi ve dünya görüşü açısından dinlerin binlerce yıl öncesinden kalma dünya görüşleri bu derece ilkel görünmesine rağmen, bu neden böyle oldu? Neden dinler önce zayıflayıp, sonra da yok olup gitmek yerine tam tersi güçlendiler?
Bugün, dinlerin yükselişini sadece geri ülkelerde değil, aşağı yukarı dünya çapında gözleyebiliriz.
Tabi entellektüel kesimde, bilim adamları arasında, eğitimli ve bilinçli kesim arasında dindarlık ve inanç gittikçe azalma gösterdi, burası açık. İstatistikler de bunu destekliyor.
Fakat genel halk kitleleri üzerinde neden bu etki gerçekleşmedi? Bunun dolaylı olarak da olsa halka da yansıması gerekmez miydi?
Tüm bunlardan birden fazla faktör sorumludur elbette. Bu tür konularda genellikle öyle olur. Ama en etkili bir ya da birkaç faktör vardır genellikle ve bu konuda en etkili faktörlerin neler olduğunu inceleyip ortaya çıkarmak bence çok önemlidir.
Bana öyle geliyor ki, en etkili faktörlerden biri, bilim geliştikçe ve daha sofistike hale geldikçe anlaşılması ve halka aktarılması da zorlaştı, bu ise bilim ile geniş halk kitleleri arasındaki uçurumu arttırdı. Bu bence en önemli faktörlerden biridir. Bilim kendi halinde ne kadar gelişirse gelişsin, halka ulaştırılamadı. Küçük bir elit azınlığın tekelindeki bir alan olarak kalmaya devam etti.
Dinsel dünya görüşünün kolay anlaşılan ve nispeten kolay kavranan bir bakış açısı var. Belki de bu bakış açısını insanlar daha kolay anladılar, daha kolay benimsediler, çünkü zaten geleneksel olarak varolan ve toplumun içine işlemiş bakış açısı da buydu denebilir belki.
Fakat bir de şöyle düşünün. Dinlerin bugün bize basit gelen bu bakış açısı çağ boyunca basit olmadı. Ayrıca, teolojinin de işin içine girince oldukça ayrıntılı ve çetrefilli hal alan yönleri var ve bunlara ancak hayatını bu alana adayan din adamları etraflı bir şekilde vakıf olabiliyor. Yani halk, ortalama vatandaş bu sürecin de dışında kalıyor. Dolayısıyla, bu açıdan bilimin halka uzaklığının ufak boyuttaki bir benzeri dinin halka uzaklığında da gözlenebilir. (Her ne kadar ölçekler aynı olmasa da). Yani tek açıklama bu olamaz gibi gözüküyor. Sadece bilimin daha karmaşık ve sofistike hale gelmesini gerekçe olarak gösterirsek, dinin de en azından eski dönem insanları için nispeten sofistike olan yapısının nasıl olup da topluma yerleşebildiğini ve genel kabul görebildiğini açıklayamayız.
Bu yüzden bence temel faktör başka bir noktadadır. Bence temel faktör, bu dünya görüşlerinin halka ulaştırılma mekanizmaları arasındaki farktadır.
Dinin çağlar boyunca temel fonksiyonu zaten kitleleri kontrol etmek olduğu için, en çok çaba da buna gitti. Dinsel bilginin veya dünya görüşünün teoloji uzmanları tarafından geliştirilmesi işin sadece küçük bir yönü idi. Asıl önemli uğraş, bunların basitleştirilmiş bir versiyonunun halka aktarılmasında idi. Bunun için ise, tüm kasabalara, köylere, insanların yaşadığı her topluluğa giren bir din adamları ağı kullanıldı. Bu ‘vaiz’ler dini halkın anlayabileceği dilden, onların terminolojisini kullanarak, basitleştirilmiş bir biçimde ve sürekli tekrar yoluyla toplumun iliğine işleyecek düzeyde halka ulaştırdılar. Bunun için kullandıkları yöntem ise, bidiğimiz ‘sözlü hitap’ yöntemi idi. (Hala da öyle). Yani karmaşık kitaplara, halkın okuma alışkanlığına, geniş kelime haznesine, vs dayanmak durumunda kalmadılar. Halkın her gün kullandığı yetilerle (konuşma ve dinleme) ulaşabilecekleri bir biçimde sundular dini onlara. Yani halk dini kitaplardan değil, sözel olarak öğrendi. Dolayısıyla da, okuma alışkanlığı, kelime haznesi veya okuduğunu anlama becerisi gibi faktörler belirleyici olmadı bu süreçte.
Ayrıca, dinin bu bahsettiğimiz sözlü eğitimi ve doktrinasyonu yapması için kullanabileceği ve halkın düzenli olarak katıldığı resmi olmayan eğitim kurumları vardı (kiliseler, camiler). Bilimin, normal eğitim kurumları dışında, halka ulaşabileceği bu tür ortamlar olmadı hiç.
Öğrenmede iki önemli faktör vardır. Bilginin anlaşılır şekilde aktarılması ve tekrar.
Dinin yayılmasına imkan veren yapı, bu iki gereksinimi de sağladı. Sözel şekilde, camide verilen vaazlar, ya da kilisede rahiplerin yaptığı konuşmalar yoluyla halka ulaştırılan bilgi, onların anladığı dilden ve onların kavrayabileceği basitlikte idi. Ayrıca bu yapı, aynı zamanda öğrenmenin diğer önemli faktörü olan ‘tekrar’a da imkan sağladı. Aynı şeyler, değişik kelimelerle, değişik fırsatlarda defalarca insanlara anlatıldı. Ta ki bunlar insanların beyinlerinin en derin bölgelerine sinene dek.
Bu noktadan sonra, zaten bunlar artık evde ana babadan çocuklara aktarılan bilgiler haline de geldi haliyle ve beyin yıkama böylece evlere de sıçradı.
Bir de tüm bunları bilimin yaptığı veya yapmaya çalıştığı ile karşılaştıralım.
Bilimin hiçbir zaman halk tarafından kolay anlaşılacak bir terminolojisi ve aktarım şekli olmadı.
Bilime ulaşmanın kitaplar ve resmi eğitim kurumları dışında bir yolu olmadı. Yani sözelden çok yazılı olarak aktarıldı ve işin içine geniş kelime haznesi, okuduğunu anlama yeteneği ve okuma alışkanlığı gibi faktörler girdi.
Birbaşka faktör, bilimin insanlara ulaşmada camiler ve kiliseler gibi gayrı resmi bir yolu olmaması olarak görülebilir.
Tabi resmi eğitim kurumları ne güne duruyor diye sorulabilir. Neden okullarda bu iş yapılamadı diye sorulabilir.
Sonuçta eğitim kurumlarında da bir miktar da olsa sözel anlatım var. Onlar da hemen hemen her yere ulaşıyorlar. (En azından artık günümüzde). Peki buna rağmen neden başarılı olunamadı.
Bence olay yine yukarıda yaptığımız tespitlerle alakalı.
Okul ağı, camiler ve kiliseler ağı ile karşılaştırılabilir düzeyde topluma gidiyse de, okullarda verilen eğitim aslında hiçbir zaman cami ve kiliselerde verilen eğitim kadar basit, kolay anlaşılır, insanlara hitap eder bir eğitim olmadı.
Ayrıca sözel aktarımdan daha yoğun bir şekilde yazısal aktarıma ağırlık verdi resmi eğitim. Bu ise daha dezavantajlı ve insanlara ulaşmada daha az etkinliği olan bir yol.
Televizyon bu işin çehresini tümden değiştirebilirdi, çünkü sadece sözlü de değil televizyondaki aktarım. Hareket ve görüntü de var. Eğer televizyon bir eğitim aracı olarak daha etkin bir şekilde kullanılabilseydi, tüm bu sorunların en etkin çözümlerinden biri olurdu.
Fakat televizyonu da bilimden çok dinciler daha etkin olarak kullandılar ve sadece camiler ve kiliseler yoluyla değil, TV yoluyla da halka ulaşmaya başladılar.
Bence asıl sorun ve temel nokta, bilimin amacının halkın kontrolü olmamasıdır. Bu yüzden bilim, bu amaçla örgütlenmemiştir. Bilimin amacı dünyayı ve evreni incelemek, altında yatan yasaları keşfetmek ve bilgi miktarımızı arttırmaktır. Bunu da kendisine ayrılmış özel ortamlarda (üniversiteler, laboratuarlar, vs) yapabildi bilim adamları. Amaçları hiçbir zaman bulgularını halka aktarmak ve bunu kullanarak onları kontrol etmek olmadığından, bu yönde bir örgütlenme de gerçekleşmedi.
Fakat tüm bu sorunlara temel çözümün tam da bu noktada olduğunu düşünüyorum.
Dinin sebep olduğu geriliği engellemek ve insanlığın daha hızlı ilerlemesini sağlamak için, bilimi anlayacakları dilden halka aktarmanın yolları da aranmalı, bu amaca hizmet edecek eğitim ağları ve mekanizmaları da geliştirilmelidir.
Örneğin bu amaçla, ‘popüler bilim yazarlığı’ denen mesleğin çok daha fazla üzerinde durulmalı ve bu meslek dalı yaygınlaştırılmalıdır.
Bugün, resmi olarak böyle bir meslek yok bile zaten. Dergilerde, gazetelerde, çeşitli vesilelerle bilimi halka anlayacakları dilden basitleştirilmiş olarak anlatan insanlar var elbette ama mesela bu işin bir eğitimi yok. ‘Popüler bilim yazarlığı’ diye ünversitelerde bir bölüm yok ve form doldururken mesleğiniz bölümüne yazılabilecek birşey değil bu. (Yani olsa olsa ‘yazar’ yazılabilir oraya). Halbuki bu gereksinim, önemli bir toplumsal ihtiyaç olarak tespit edilmeli ve bu konuda ciddi çaba harcanmalıdır.
İnsanlara bilimi anlayacakları dilden anlatmak, bir beceri işidir ve bir eğitim işidir. Kolay değildir.
Din adamları dini halka uygun dille aktarma konusunda resmi eğitim alıyorlar. Örneğin hitabet dersleri var din okullarında.
Bilimi halka anlayacakları dilden anlatmayı insanlara öğreten eğitim kurumları oluşturulmalı ve hitabet yeteneği de dahil, bilimi halka daha etkin şekilde ulaştırmaya yarayacak her türlü yetenek kişilere bu ortamlarda sağlanmalıdır.
Ayrıca, cami ve kiliselere benzer şekilde, en küçük kasaba ve köylere kadar girecek şekilde, insanlara bilimi ve çağdaş, laik dünya görüşünü anlatacak kurumlar, vakıflar ya da enstitüler kurulmalıdır. Buralarda sohbetler düzenlenmeli, halka ilgilerini çekecek konularda sıkıcı olmayan konferaslar verilmeli, paneller düzenlenmelidir.
Bunlar dinin her köy ve kasabaya girmesi gibi, tüm köy ve kasabalara girmelidir.
Tabi böyle bir projenin finansmanı nereden bulunacak diye sorulabilir.
Diyanet işleri başkanlığı diye bir kurum varsa ve bütçeden bu kadar bir pay alıyorsa, bahsettiğim türde bir kurum kurulup onun da yüksek bir pay alması sağlanabilir.
Ayrıca, dini kurumların en önemli gelir kaynaklarından biri bağıştır ve bu mekanizma da yine bu kurumların bir ek gelir mekanizması haline getirilebilir.
Böyle bir proje çok pahalı görülür ve gerçekçi görülmezse, mevcut resmi eğitim ağının bu amaçla nasıl kullanılabileceğinin araştırması yapılmalı ve bu amaçlara resmi okullarda ulaşılmaya çalışılmalıdır.
Ya okullar yoluyla ya da bahsettiğim türde alternatif bir örgütlenme yoluyla bu tür bir proje geliştirilmelidir, aksi takdirde insanlık yeni bir karanlık çağa girme riskiyle karşı karşıyadır.
Bir Cevap Yazın