Başka Evrenler
Scientific American’ın Mayıs 2003 sayısı paralel evrenler konusunu işliyor. Bunun sadece bilim kurgu olmadığını, evrenle ilgili yapılan gözlemlerin direk sonucu olduğunu söyleyerek yazıya başlıyor. Bilindiği gibi bilim adamları radyoteleskoplar kullanarak evreni en uzak köşelerine kadar inceliyorlar uzun suredir. Bu şekilde evrenin bir mikrodalga haritasi çıkarılmış durumda. Hala devam eden bu gözlemlerin gösterdiği sonuc, uzayın sonsuz genişlikte ve üniform bir şekilde maddeyle dolu olduğu.
Bilindigi gibi Einsten uzayın sonsuz olduğu fikrini sorgulamıştı. Einstein’a göre uzayın sonlu fakat sınırsız olması mümkündü. Fakat Scientific American dergisindeki makalenin yazarına göre, yapılan gözlemler bu fikrin aleyhindedir. Sonsuz uzay fikri eldeki verilere uymaktadır ve alternatif açıklamalar önemli bazı sınırlamaları gerektirmektedir.
Kısacası, bu makaleye göre, yaklaşık 10 üzeri 10E28 m uzaklıktaki bir galakside bir ikiziniz bulunmaktadır ve siz şu anda bu yazıyı okurken o belki de bırakıp başka birşey yapacaktır. Bu mesafe çok büyüktür, astronomik ölçüler açısından bile. Uzay sonsuz olduğundan, uzaklarda biryerlerde mümkün olan herşey ne kadar küçük olasılıklı bile olsa gerçek olacaktır. Ve yazara göre bu fikirler artık spekülasyon değil somut bilimdir. En temel astronomik gözlemlerden çıkan en basit açıklamalar başka evrenler fikrini desteklemektedir ve bu fikirler bilimselliğin iki temel koşulu olan “öngörülerde bulunmak” ve “yanlışlanabilir olmak” kriterlerini yerine getirmektedir. Dolayısıyla bunlar artık somut ve geçerli bilimsel açıklamalardır, dayanaksız spekülasyonlar değil.
Başka evren kavramının en basit ve kolay anlaşılır şekli, uzayın bizim göremeyeceğimiz kadar uzak bolgeleridir. Teleskoplarımızın ulaşamayacağı kadar uzak bölgelerde, biryerlerde bizim etrafımızdaki uzaya eşdeğer bir bölge bulunmaktadır ve bu bölgenin yaklaşık uzaklığı istatistiksel yöntemlere dayanarak hesaplanabilmektedir.
Görebileceğimiz en uzak cisimler yaklaşık 14 milyar yıl önce meydana gelen big bang’dan beri ışığın ulaşabileceği mesafe olan 4x10E26 metre uzaktadır ve bu bizim Hubble hacmimizi oluşturur. Ya da başka bir deyişle evrenimizi. Uzak biryerlerdeki kopyamızın etrafında da yaklaşık aynı büyüklükte bir gözlenebilir alan, yani kendi evreni vardır. Ve tüm bu evrenler daha büyük bir “multiverse”in parçasıdır.
Bu şekilde tanımlanan “multiverse”e, birinci düzey “multiverse” (level 1 multiverse) adını veriyorlar. 1. düzey multiverse’de yaşayan gözlemciler bizimle aynı fizik yasalarını yaşıyorlar, fakat farklı ilk koşullarla. Yani 1. düzey multiverse’deki evrenlerin tümünde fizik yasaları aynı, fakat big bang’dan sonra ortaya çıkan ilk koşullar farklı ve bunlara dayanarak farklar ortaya çıkıyor. Bizimkine eşdeğer olan en yakın kopya evren yaklaşık 10 üzeri 10E28 m uzaklıkta ve baslangıçtan beri olayların bizimkiyle aynı geliştiği en yakın kopya evren yaklaşık 10 üzeri 10E92 m uzakta. Yaklaşık 10 üzeri 10E118 m uzakta ise bizimkine her açıdan tamamen eşdeğer bir Hubble evreni bulunuyor olması gerekiyor.
Bu hesaplar 10E8 kelvin’den daha sıcak olmayan bir Hubble hacminde mümkün olan tüm kuantum durumlarının hesaplanmasına dayanıyor ve yazara göre çok muhafazakar hesaplar bunlar. Hesabı yapmanın bir yolu verilen Hubble hacmi içine sözkonusu sıcaklığı aşmayacak şekilde kaç tane protonun yerleştirilebileceğinin hesaplanması. Bunun cevabı 10E118. Bu parçacıkların her biri varolabilir veya olmayabilir. Bu ise protonların 2x10E118 olası yerleşimi anlamına geliyor. Bu kadar sayıda Hubble hacmi mümkün olan tüm olasılıkları kapsamış oluyor. Dolayısıyle yaklaşık 10 üzeri 10E118 m’lik bir hacim içinde mümkün olan tüm olası yerleşimler, dolayısıyla da evrenin tüm olası durumları gerçekleşmiş oluyor.
Birinci düzey multiverse’i kabullenmek kolay gözükmüyorsa, bir de sonsuz sayıda birinci düzey multiverse’lerden oluşan 2. düzey multiverse’i (level 2 multiverse) düşünün. Bunların bir kısmı farklı uzay-zaman boyutlandırmasına ve farklı fiziksel sabitlere sahip. Ki bu kavram da yazarın açıklamalarına göre günümüzde popüler olan “chaotic eternal inflation” teorisine dayanarak ortaya konuluyor. Inflation (şişme) teorisi big bang’in uzantısı olarak ortaya çıkmış ve onun açık bıraktığı pek çok noktayı açıklayan bir kavram. Temel parçacıklara ilişkin pek çok teori ve tüm mevcut gözlemsel kanıtlar böyle bir kavramı destekliyor. Bu düşünceye göre evren genişliyor ve sonsuza dek genişlemeyi sürdürecek, fakat bu sonsuz boşluğun bazı bölgelerinde genişleme duruyor ve bu bölgeler bir ekmeğin içindeki büyüklü kuüçüklü hava delikleri (balonları) gibi kendi üzerine kapalı küçük baloncuklar oluşturuyor. İşte bu baloncukların her biri embriyonik birer 1. düzey multiverse’i oluşturuyor. Bu baloncuklar dünyadan sonsuz uzaklıkta, öyle ki ışık hızında sonsuza dek gitseniz, yine onlara ulaşamıyorsunuz. Çünkü bu baloncukların arasındaki mesafe sizin kendisini katedebileceğinizden daha hızlı bir biçimde genişliyor.
Bir de bunlar haricinde 3. düzey (level 3) ve dördüncü düzey (level 4) multiverse’ler tanımlanmış.
3. düzey multiverse’den kastedilen, yaklaşık 40 yıl öncesinden beri sözü edilen ve kuantum fiziğinin “paralel evrenler” düşüncesinden yola çıkan yorum. Bu fikir, rastgele gerçekleşen kuantum olaylarının evrenin her değişik olasılığa karşı düşen farklı kopyalarına dallanması prensibinden yola çıkılarak öne sürülüyor. Burada değişik evrenleri mekan değil, farklı olasılıklı devam yolları birbirinden ayırıyor. Kuantum mekaniğine aşina olanlarin bildiği gibi dalga denklemi tüm mevcut kuantum durumlarının süperpozisyonunu içinde içeriyor, fakat gerçekleşen eylemlere göre ve yapılan gözlemlere göre bunların bir kısmı gerçek haline geliyor. Bizler kendi 1. düzey multiverse’imiz içinde olanları görebiliyoruz, fakat “decoherence” denen bir kavram sebebiyle multiverse’imizin 3. düzey eşdeğerlerini gözleyemiyoruz.
Bir de 4. düzey multiverse tanımlanmış. Burada ayırıcı faktör, farklı matematiksel yapılar. Tüm birinci, ikinci ve üçüncü düzey multiverse’lerde ilk koşullar ve fiziksel sabitler değişmesine rağmen, bunların ilişkilerini tanımlayan temel kurallar aynı kalıyor. Bu noktada fizikçiler, bir de bu kuralların farklı alternatiflerini içinde barındıran 4. düzey multiverse’i tanımlıyorlar. Burada öncekilerden farklı olarak ampirik gözlemlerden değil, matematiksel bir mantık yürütmeden yola çıkıyorlar. Burada prensip algoritmik bilgi içeriği denen bir kavram.
Şöyle düşünün, bir bilgisayar programı yazacak olsanız tek bir rakamı ifade etmek mi daha kolay olurdu, tüm sayıları mı? İlk bakışta size tek bir rakamı ifade etmek daha kolay olacak gibi gelebilir ama gerçekte durum tersidir. Tüm sayılar tüm olasılıkları içerir. Bu sayıların bir kısmını, örneğin sadece tek sayıları, ya da çift sayıları ifade edecek olsanız, belli bir koşula dayanarak mevcut olasılıklara bir sınırlama getirirsiniz. Ya da daha küçük bir sayı kumesini ifade edecekseniz, onu ifade etmek için başka sınırlamalar getirmek zorundasınız. Sonuçta, tek bir sayıyı ifade etmek için getirmeniz gereken sınırlama sayısı en fazladır. Benzer mantık gereği, örneğin Einstein’in denklemlerinin tüm olası çözümleri, tek bir özel çözümünden daha basit, daha doğal bir çözümdür.
Benzer şekilde, bizim evrenimizde (Hubble uzayımızda) mevcut fiziksel sabitler, evrenin ilk koşulları ve mevcut matematiksel yapılardan kaynaklanan sınırlamalar mevcuttur. 1 düzey multiverse düzeyine çıktığımızda, bizimkine benzer fakat farklı ilk koşullara sahip evrenler tanımlanarak sınırlamaların bir kısmı kaldırılmış olur. Aynı mantık gereği 2. düzey multiverse’te (ve 3. duzeyde de) bu sefer farklı fiziksel sabitlere imkan verilerek sınırlamalar bir miktar daha kaldırılmış olur. Fakat tüm bunlarda yine de hala aynı matematiksel yapılar bulunmaktadır. Bir düzey daha yukarı çıkıp, tüm olası matematiksel yapıları içine alan bir 4. düzey multiverse tanımı yapıldığında, ortada hiç kısıtlama kalmaz ve sonuçta ortaya konulmuş olan açıklama tek rakamı ifade etmekle tüm sayıları ifade etmek arasındakine benzer bir ilişkiyle çok daha basit hale gelmiş olur. Yani 4. düzey multiverse mümkün açıklamaların en basitidir. Kendi başına varolabilecek ve herhangi bir kısıtlamaya ihtiyaç duymadığı için sebebi ve kökeni konusunda soru sorulamayacak en üst düzey açıklamadır. Dolasıyısıyla, Occam’s razor (occam’in bıçağı) prensibi gereği, yani açıklamaların en basitinin geçerli olduğu ve fazladan bilgi ya da kısıtlama gerektiren seçeneklerin kabul edilemeyeceği prensibi gereği, 4. düzey multiverse’in geçerli bir tanım olması gerektiği söylenmektedir.
Kısacası, günümüz evren bilimi (kozmoloji), varlığın kökeniyle ilgili çok yol katetmiş ve neredeyse tüm soru işaretlerini ortadan kaldıracak açıklamalar ortaya koymayı başarmıştır. Elbette hala katedilmesi gereken çok yol vardır, fakat öyle görünmektedir ki tüm bu fikirler ve kavramlar gelecekte düşünce biçimimizi ve evreni algılayışımızı kökten değiştirecektir.
Bu da demektir ki, artık bilimin günümüzde ulaştığı düzeyde, ilkel dinlerin Tanrı kavramına ihtiyaç hemen hemen hiç kalmamıştır ve varlık Tanrı olmadan da kolayca açıklanabilir. Tanrı’yı işin içine katarak yapılan açıklamaların tatminkar olmaması ve cevaptan çok soru ortaya çıkarmaları bir yana, eskiden bizler Tanrı’yı varlığına dair delil olmadığı için reddederken, öyle görünüyor ki artık bilimsel olarak Tanrı’nın olmadığı gösterilmiştir demeye ve bu yolla Tanrı kavramını reddetmeye çok yakın bir duruma gelmişiz gibi görünmektedir. Eskiden mümkün olmadığı düşünülen bazı şeyler, örneğin Tanrı’nın varolmadığını kanıtlamak, öyle görünüyor ki modern bilim sayesinde yakın gelecekte mümkün hale gelebilir. Ya da bu açıklamalar ışığında belki şimdiden “Modern bilime göre Tanrı kavramına ihtiyaç yoktur” denebilir ve bilimin Tanrı kavramını çürüttüğü ve demode ettiği belki şimdiden söylenebilir.
Eldeki kanıtları birkaç grup altında toplamak mümkün. Evrendeki madde dağılımının üniform olduğunu gösteren gözlem kanıtları, kozmik arkaplan radyasyonu (cosmic background radiation) ölçümlerine dayanan kanıtlar, evrenin yoğunluğu ve içindeki madde miktarıyla ilgili kanıtlar ve bir de bunlara dayanarak yapılan istatistiksel hesaplamalar.
Evrenin gözlenebilir bölgesi her yıl büyüyor (bir ışık yılı daha artıyor). Ve gözlemler uzun süredir yapılıyor. Görünen o ki, evrendeki madde dağılımında uzaklara da gidilse bir seyrelme yok. Ve yeni gözlenen yerlerde de durum aynı şekilde devam ediyor. Hatta evren şu anda bile yeterince büyük ve kendini tekrar eden yapılara, paternlere rastlanıyor evrenin uzak köşeleri gözlendikçe.
Evrenin ucundan ötesini elbette göremiyoruz ama eldeki veriler gösteriyor ki, belli bir noktadan itibaren bir anda artık madde falan görülmeyeceğini ve evrenin sınırına gelinip ondan sonrasının sonsuz boşluk olacağını düşündürecek bir durum yok. Tümevarım ilkesi gereği deniyor ki evren ucuna kadar nasıl devam ediyorsa, ötesinde de öyle devam ediyor olmalı. Yani hubble hacmimizin ötesinde de yıldızlar, galaksiler var gibi görünüyor.
Ayrıca, uzayın sonsuz olması gerektiği yazara göre tamamen sağduyuyla bile anlaşılabilecek birşey. Düşünün diyor, uzay nasıl sonsuz olmayabilir ki? Ondan ötesinde ne var o zaman? Sizin hiç aklınız yatıyor mu evrende bir noktadan sonra “Bundan ötesi yoktur, boşluğun kusuruna bakmayın” diye bir tabelayla karşılaşacağınız diyor.
Dolayısıyla bu gözlemsel verilerin uzayın sonsuz, ya da en azından yeterince büyük olduğuna işaret ettiğini belirtiyor.
Tabi Einstein’ın uzayın geometrisiyle ilgili öne sürdüğü ve evrenin sonlu fakat sınırsız olabileceğini işaret eden fikirlere de değiniyor bu noktada yazar. Fakat mikrodalga radyasyonu ölçümlerinin bu görüşü desteklemediğini ve sonsuz uzay fikrine daha iyi uyduğunu söylüyor. Evrendeki sıcak ve soğuk noktaların dağılımının uzayın geometrisine bağlı olduğunu ve gözlenen noktaların büyüklüğünün bu model açısından çok küçük olduğunun ortaya çıktığını belirtiyor. Kozmologlar, bu modeli %99.9’luk bir kesinlikle reddetmiş durumdalar yazara göre. Tabi hala bu modelin geçerli olması mümkün diyor, fakat eğer doğruysa, ancak olası evrenlerin 1000’de birinde bu noktaların büyüklüğü bugün ölçülen miktarda olurdu diyor.
Peki kopya evrenler fikri nereden çıkıyor diye sorulursa, onun da kaynağı şu: örneğin evrende toplam 4 atomaltı parçacık olsaydı, bu parçacıkların tüm olası dağılımlarının sayısı 2 üzeri 4, yani 16 olurdu. Bu evrendeki maddenin tüm olası dağılımlarını, ya da varlığın alabileceği tüm olası biçimleri kapsardı. Benzer bir şekilde, bizim hubble hacmimizdeki yaklaşık parçacık sayısı hesaplanmış ve 10 üzeri 118 olarak bulunmuş. Dolayısıyla, 10 üzeri 118 (10E118) parçacığın tüm olası dağılımlarının sayısı 2 üzeri 10E118 oluyor (başlık yazısında 2 x 10E118 yazmışım, burada düzeltiyorum) ve bu sayı bizimki büyüklügündeki bir evrende evrende maddenin alabileceği tüm biçimleri, dolayısıyla da varlığın tüm olasılıklarını kapsıyor. Bunlar arasında bir kısmında ise varlık doğal olarak bizim evrendekine benzer bir biçimde oluyor.
Kısacası, level 1 multiverse oldukça sağlam bir şekilde eldeki verilere uyuyor. Yazara göre, artık soru başka evrenlerin (ya da multiverse’in) varolup varolmadığı değil, kaç düzeyi olduğu. Yani level 2 ve üstü multiverse’lerin varlığı.
Level 2 multiverse chaotic eternal inflation teorisine dayanarak ortaya konuyor ve onunla ilgili de yazar bazı bilgiler vermesine rağmen yazıyı uzatmamak için burada değinmiyorum. Level 3 multiverse zaten 40 yıldan beri sözü edilen ve kuantum fiziğindeki olasılık hesaplarına dayanan bir kavram. Level 4 ise yukarıda da bahsettiğimiz gibi gözlemsel verilerden ziyade mantık yürütmelere dayanarak, olmalı, ya da en azından olabilir diye ortaya konuluyor. Yani onun doğrudan bir delili yok.
İşte başka evrenler fikirlerinin temeli bu noktalara dayanıyor ve yazara göre metafizikle gerçek bilim arasındaki çizgilerin inceldiği alanların birine örnek teşkil ediyor bu fikirler. Metafizik ile fizik arasındaki temel ayrımın test edilebilirlik olduğunu vurguluyor ve bu teorinin matematiksel bazı “prediction”larda (tahmin, ya da tespit) bulunduğunu ve bunların bir kısmının gözlemsel olarak test edilebildiğini söylüyor. Modern bilimin, gittikçe daha soyut ve metafiziğe benzeyen kavramları konusu haline getirdiğini (örneğin yuvarlar dünyadan başlayarak, görünmez elektromanyetik dalgalar, zamanın yavaşlaması, uzayın eğrilmesi, kara delikler, vs. gibi) ve multiversler konusunun bu gidişin son örneklerinden biri olduğunu belirtiyor.
Yanlışlanabilirlik için “prediction” (yani önceden söyleme, tahmin, öndeyi) gerekir. Bu konudaki “öndeyi”ler nelerdir?
Yazarın değindiği pek çok şey var bu konuda ama biz burada bize en çarpıcı gelen, en temel noktaya değinmek istiyoruz, ki o da evrendeki maddenin dağılımıyla ilgili gözlemler. Yukarıda da dile getirdiğimiz gibi, evrendeki madde dağılımının (galaksilerin) bir haritası çıkarılmış ve evrenin sınırlarına yaklaştıkça madde dağılımında bir seyrelme gözlenmesi beklenirken hiç de öyle bir gözlemle karşılaşılmamış. Evrenin bilinen sınırlarına kadar galaksilerin dağılımı benzer bir yoğunlukta devam ediyor. Hatta evren öyle büyük ki, bazı bölgelerde yer yer birbirini tekrar eden, ya da başka bölümleri anımsatan tekrarlar gözleniyor. Ayrıca da evrenin gözlenebilir kısmı her yıl büyüyor bildiğiniz gibi. (Evrenin bizim gözleyebildiğimiz kısmı bir küreyse, bu kürenin yarıçapı her yıl 1 ışık yılı büyüyor). Dolayısıyla, eğer evren sonsuzsa (veya yeterince büyükse) bu üniform dağılımın önümüzdeki yıllarda yapılan gözlemlerde de, yeni görünür hale gelen kısımlar için benzer şekilde devam etmesi gerekiyor.
İşte bu bir “öndeyi” ve sınanabilir bir teori. Önümüzdeki yıllarda yapılacak gözlemlerin nasıl olması gerektiğiyle ilgili bir beklenti sunuyor ve bu beklenti sınanabilir. Ve bu gözlemler bir süredir devam ediyor, ve de henüz gözlem bölgemize önceki yıllarda yeni katılan bölümlerde beklenene aykırı bir gözlem yapılmamış. Bu bir teorinin yaptığı bir “öndeyi”nin başarıyla sınanması demek.
Peki bu ne demektir? Buna dayanarak, evrenin bildiğimiz sınırına kadarki kısmı böyleyse, gerisi de böyle olmalıdır sonucuna güvenilir olarak ulaşılabilir mi? Tümevarım denen prensip, böyle bir sonuç çıkarmak için yeterli mi?
Teorik olarak düşünüldüğünde elbette değil. Bu daha önce bilim felsefesi tartışmalarında da değindiğim, tümevarım yönteminin ispat konusundaki teorik yetersizliği ile ilgili bir sorun. Şimdiye kadar gördüğümüz bütün kuğular beyaz diye, tümevarım prensibi gereği “Tüm kuğular beyazdır” sonucuna ulaşabilir miyiz? Milyon tane kuğu gördüysek ve hepsi beyazsa, bu yine de tüm kuğular beyazdır genellemesi yapmaya yetmez. Fakat bu bilimde yine de yapılır bilindiği gibi.
Bilimde tümevarım da tümdengelim de yerine göre kullanılır. Fakat sadece tümdengelimin %100 kesinlikle bir kanıtlama sağladığı bilinen bir gerçektir. Tümevarım malesef bunu sağlayamaz. Fakat bu yine de bilimde tümevarımın yöntem olarak değerini azaltmaz. Bilimde pek çok konuda tümevarımsal düşünce biçimi kullanılır ve teoriler de genel olarak bir miktar kanıtla desteklendikten sonra, aksine kanıt ortaya çıkana kadar doğru kabul edilir.
İşte bu konuya da bu bağlamda bakmak gerekmektedir. Şu anda yazarın bahsettiği gözlemsel verilere bakıldığında evrenin sonsuz (veya en azından yeterince büyük) olmadığını düşünmek için bir sebep yok. Bu fikrin gözlem verileriyle bir miktar desteklenmiş bir teori kabul edilmesi garip değildir.
Rastladığımız Tanrı kanıtları arasında insanlara en ikna edici gözüken, herkesin “Tanrı neden vardır?” sorusuna cevap olarak verdiği ilk açıklama bu. (Ya da bu genel açıklamanın bir özel biçimi). Aslında biraz daha derinine girildiğinde, başka geçerli Tanrı kanıtı yoktur bile denebilir belki de. Diğerlerinin hepsi öne sürenlerin bile zayıf olduğunu itiraf ettiği kanıtlardır. (Ahlaki kanıtlar, ödül-ceza, ilk neden, vs.).
Peki evrenin bu özel biçimde olmasına ne sebep oluyor?
Bugün biliyoruz ki evrenin bu şekilde olmasına yol açan temel faktörler şunlar:
1) Evren’in big bang’den sonraki ilk koşulları
2) Evrensel sabitlerin değerleri
3) Doğa kanunları
Bu üç kısıtlama, evreni sonsuz olasılıklı seçenekler arasından alıp özel olarak bugün bildiğimiz şekle sokuyor.
Yukarıda, tüm sayıları ifade etmenin, tek bir rakamı ifade etmekten daha kolay, daha basit olduğunu söylemiştik. Çünkü tüm sayılar arasından tek sayıyı çıkartmak için, özel olarak o sayıyı seçecek pek çok kısıtlama gerekir. Tüm olası evrenler arasından bugün bildiğimiz evreni ortaya çıkartmak için de benzer türde pek çok kısıtlama gerekir. Tüm sayıları ifade etmenin daha basit bir açıklama olması gibi, tüm evrenleri ifade eden açıklama da daha basit bir evren açıklamasıdır.
Bir zarın 6 yüzeyi var ve her yüzeyde bir rakam var. Eğer elimde öyle bir zar olsaydı ki, tüm rakamlar silinmiş olsa, sadece yüzeylerden birinin üzerindeki rakam, örneğin 5 varolsaydı (diğer yüzeyler boş olsaydı), bu zarı attığımızda boş bir yüzey değil de “5” sayısının gelmesini şaşkınlıkla karşılardınız. Çünkü bu çok küçük bir olasılık olurdu. Bu zarın hileli olduğuna kanaat getirirdiniz. Yani derdiniz ki bir “zeka” bu işin içine girmiş, özel olarak 5 gelecek şekilde bu zarla oynamış olmalı.
İste yukarıda sözü edilen Tanrı kanıtı buna benziyor. Eğer zar normal bir zar olsa, tüm yüzeylerinde bildiğimiz rakamlar olsa, atıldığında 5, ya da başka bir rakam gelmesini garipsemezdiniz.
İşte multiversler, başka seçenekli evrenleri işin içine katarak, evrenin bildiğimiz özel durumunu mümkün ve doğal hale getiriyor.
1. düzey multiverse tanımı, yukarıda saydığımız 1 numaralı kısıtlamayı kaldırıyor (Evren’in big bang’dan sonraki ilk koşullari ile ilgili kısıtlama). Eğer sonsuz sayıda benzer evren varsa, bizim evrenimizin bu özel ilk koşullara sahip olmasında garip bir taraf yoktur.
2. ve 3. düzey multiverse tanımları 2 numaralı kısıtlamayı kaldırıyor. Böylece farklı evrensel sabitler içeren farklı evrenler arasında bizimkinin bu özel sabitlere sahip olması garip olmuyor.
4. düzey multiverse ise son kısıtlama olan doğa kanunları neden böyle kısıtlamasını kaldırıyor. Doğa kanunlarının başka türlü olduğu çok sayıdaki evren içinden bizimkinin bu şekilde olmasının garip bir tarafı kalmıyor o zaman.
Dolayısıyla, varlığı açıklamak için başka hiçbir ekstra faktöre ihtiyaç kalmıyor. Bir kısıtlama kalmadığı için, bu kısıtlamayı yapacak bir “zeka”ya da ihtiyaç kalmıyor.
Bir Cevap Yazın